“Ankara’ya iki adım mesafede” derlerdi. Şimdi öyle değil. “Ankara’ya iki tren düdüğü mesafesinde” Tren’in kalkış düdüğünden sonra, bir çay, biraz sohbet bir bakıyorsunuz Eskişehir’desiniz. Gözünüz trenin kilometre saatine takılırsa yandınız. 256’yı görebilirsiniz ki, bu neredeyse uçakların kalkış anında tekerleklerinin pistten kesildiği andaki hızına eşit. Bu hıza makinistlerin yanında şahit olmak istemem. Çünkü arabada bile 140’ın üzerine çıkınca, yol çizgileri insanın gözünü alıyor.
SOKAKLAR YERLİ TURİST DOLU
Yılmaz Büyükerşen Hoca, Eskişehir’i kısa zamanda bir turizm merkezi haline getiriverdi. Çalışınca neler başarılacağını bir kez daha kanıtladı.
Sömestre tatilinde, Eskişehir sokaklarının, özellikle aileleri ile birlikte gezmeye gelen öğrencileri taşıyan tur otobüsleri ile dolup taştığını görmek, mucizenin kanıtıydı.
En son büyük oğlum Burak’ın askerliğini ifa etmesi nedeniyle Eskişehir’e gelmiştim. O zamandan bu yana da çok değişmiş bu güzel şehir.
KAPLICA OTELLERİ REVAÇTA
Küçük bir grupla biz de turladık Eskişehir sokaklarını. Aslına bakarsanız, bir saatlik tren yolculuğu, Ankara’nın çok büyük bir ilçesi haline getirmiş Eskişehir’i. Hiç yorulmadan geldiğimiz bu şehirde, üstelik konaklayabileceğiniz mükemmel kaplıca otelleri de var.
İşte böyle bir otele yerleştik önce. Uysal Termal otel şehrin tam göbeğinde. Hamam bölümünün içerisinde, Türk hamamı, kaplıca suyu ile doldurulmuş yüzme havuzu, özel aile banyoları, sauna ve jakuzi yer alıyor. Keyif bu ya, önce daldık Türk hamamına.
Suyun sıcaklığı 46 derece ve ilk başta sıcaklığın çok yüksek olması insanları ürkütüyor. Ürkütmek bir yana canım da hafiften acıyor. Ama bir soğuk duştan sonra tekrar girildiğinde, vücut bu ısıya alışıyor ve tepkime azalıyor. Keseciye de “eline sağlık” dedikten sonra, kısa bir dinlenmenin ardından Eskişehir sokaklarını arşınlama zamanı geldi.
PORSUK KIYISI
Porsuk çayının kıyısı her zamanki gibi çok kalabalık. Suda gezi tekneleri çalışıyor. Sadrazam kayıkları da hizmetteymiş ama biz göremedik. En kalabalık caddelerinden birisi Hamam önü caddesi.
Sadece yürüme ve bisiklet yollarından oluşan bu caddeye araba girmiyor. Buradan yürüyerek, Eskişehir’in tarihi binalarının, gerçek Eskişehir’in yer aldığı Odunpazarı semtine ulaşmak 10 dakika sürüyor.
ODUNPAZARI
Odunpazarı’nda, bizim için tarihi “odunpazarı kültür, sanat ve lezzet konağı”nda özel bir yemek hazırlanmıştı. Konağın işletmecisi Ragıp Ferda Aydınalp’in meziyetleri fazla.
Hem turizm şirketi sahibi olarak tur düzenliyor, hem rehber, hem de müzisyen. Aldı eline cümbüşünü. Yemekte bizlere güzel sesi ile eşlik etti.
Konakta, yemek yediğimiz masanın hemen yanında taş fırın bulunuyor ve yemekler ile ekmekler bu fırından çıkartılıp soğumadan sunum yapılıyor. Tuzda tavuk ile tepsi kebabı gerçekten oldukça lezzetliydi. Ben her ne kadar tavuk eti yemesem de yiyenler çok beğendiler.
Keyifli bir gecenin ardından uyandığım Eskişehir’de ikinci günü müze gezmeye ayırdım.
Öncelikle şunu belirtmek isterim. Müzelerin hemen hemen tamamı, Odunpazarı semtindeki tarihi binalarda.
ESO MÜZESİ
Eskişehir Sanayi Odası’nın “kent belleği” müzesi ile işe başlamanızı tavsiye ederim.
Çünkü Eskişehir’in dününden bu gününe tarihsel gelişimini, ticari yaşamını ve tüm özel değerlerini, ilklerini, yaşanmışlıklarını, bir çırpıda burada görebilirsiniz.
Müzede, Eskişehir’de üretilen ilk Türk arabası “Devrim”in bire bir maketi ve yine Eskişehir’deki TCDD Fabrikalarında üretilen ve “Karakurt” adı verilen yerli kara tren lokomotifi de yer alıyor.
BALMUMU MÜZESİ
Hemen hemen her ünlünün balmumundan heykelleri yapılmış. Girişte Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları sizi karşılıyor.
Hemen sağında Osmanlı padişahlarını görüyorsunuz.
Biraz ileride Eskişehirspor’un efsane kadrosu sizi selamlıyor.
Karşısında efsane başkan Süleyman Seba duruyor. Müzede, başka bir takımdan oyuncu ve yönetici henüz yok.
İlerledikçe, Müzik, sanat, sinema, tiyatro, gazete dünyasından isimler çıkıyor karşınıza. Gazeteciler bölümünde, o kadar ünlü yazarçizerin arasına Balçiçek İlter nasıl sızmış anlam vermek zor.
Biraz daha ilerleyince Cumhurbaşkanları ve başbakanlar bölümü geliyor. Burada balmumu heykellerle fotoğrafı kendi makinenizle çekemiyorsunuz. Müzenin fotoğrafçısına ücret ödeyerek çektirdiğiniz fotoğrafları, çıkışta sizlere veriyorlar. Ödediğiniz para, yardım amaçlı kullanılıyor.
Sonrasında yabancı sanatçılar ve devlet adamları geliyor ki, bunların arasında en sempatiği Leydi Diana’ydı.
CAM MÜZESİ
Cam müzesi, Balmumu müzesinin hemen yakınında. Paşabahçe Cam fabrikasının ilk Eskişehir’de kurulmuş olması ve cam hammaddesinin Eskişehir topraklarında yoğun olması nedeniyle, Cam işlemesi özel bir önem görüyor Eskişehir’de.
Bu nedenle, yerli ve yabancı sanatçıların camdan yaptıkları eserlerin sergilendiği harika bir konakta buluyorsunuz kendinizi.
İki katlı bu konakta, ünlü sanatçıların dereceye giren cam yapıtlarını hayranlıkla seyredebilirsiniz. Ayrıca farklı bir yerde bulunan cam işleme tesisinde de, camın hikayesini ustalardan dinleyebilirsiniz ve yüksek ısıda üretimini, şekillendirilmesini görebilirsiniz.
AĞAÇ MÜZESİ
Ağaç işleri müzesi ise, Mimar Sinan’ın Eskişehir’de yaptığı tek eseri olan mükemmel kervansaray içerisinde yer alıyor.
Bu bölümde de yerli ve yabancı sanatçıların dereceye giren ahşap işlemeleri hayranlık uyandırıyor.
Bu müzede, ağacın bile işlenerek ne hale getirilebildiğini görmek, insanı derin düşüncelere gark ediyor.
Müzenin hemen karşısındaki tarihi kalaycı ise, otantik fotoğraf meraklıları için nefis bir görsel.
TAYFUN TALİPOĞLU DAKTİLO MÜZESİ
Eskişehir’e gelip de bir dostumuzu görmeden gitmek elbette olmaz. Son durağımız, yıllarca birlikte çalıştığımız gazeteci arkadaşımız Tayfun Talipoğlu’nun “daktilo müzesi”.
Çok erken yaşta kaybettiğimiz Tayfun Talipoğlu’nun anısına açılan müzede, bu güzel arkadaşımızın bizzat kendisinin yıllarca bıkıp usanmadan topladığı daktilolardan bir bölüm de yer alıyor.
Onun anısına oluşturulan şeref defterine yazdığımız kelimelerle, Eskişehir gezimiz son buluyor.
Bir saat ötede Ankara var artık..