Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrili ama o harika koyları karadan giderek görmek oldukça zor. Ege ve Akdeniz’in, dantel gibi işlenmiş o güzelim koyları, yıllarca korsanlara ev sahipliği yapmış ve ticaretin limanları olmuş. Şimdi ise o bakir limanlar, gizli kapaklı eller tarafından birer birer yapılaşmaya açılıyor.
Türkiye’nin en güzel koylarının olduğu Fethiye ve Göcek’in bakir yerlerini görmek için, #sailfleet filosu her sezon başında ve sonunda oldukça ekonomik bir fırsat yaratıyor.
Bu fırsatları bize duyuran ise Aydınlıkevler Lisesini bitirdikten sonra denizcilik yüksekokulunda okuyan ve kaptan olan Ömer Salcı. Ömer okul yıllarında kürek çekerek ve yelken açarak küçücük bir sandal ile Libya’ya gitmeyi başarmış bir denizci. Onun bu seyahatini zamanında Günaydın Gazetesi tefrika halinde vermişti.
Ömer kaptan, sonrasında birçok şilebin kaptanlığını yapıp dünya limanlarının birçoğuna demir attı. Hatta Atatürk’ün gemisi Savarona’nın bile bir dönem kaptanlığını yaptı.
#Sailfleet filonun CEO’su Ahmet kaptan da eski bir uzak yol gemi kaptanı olunca, yat sezonunun ne zaman açılacağından da kapanacağından da haberimiz olmaya başladı.
19 Mayıs haftasında Deniz kıyafetlerimizi çantamıza yerleştirip, büyük buluşma için Fethiye’ye indik. Teknede 6 kişi olacaktık. Benim haricimde hepsi gemi kaptanıydı. Miran kaptan bir süredir yerleştiği Brüksel’den sırf gezi için gelmişti. Ali Kaptan uzak yol gemilerinde çarkçıbaşılık yapmıştı. Hüseyin Kaptan ve Ömer kaptan İstanbul’dan yetiştiler. Harun kaptan ise uzun yol kaptanı değildi ama 15 sene bir tekneye sahiplik etmişti ve kaptan ehliyeti vardı.
Bizim teknemiz 3 kamaralı Altair isimli tekne oldu. Kamaralar iki kişilik ama bir önceki tekne seyahatinden öğrendik ki, kamaralarda iki erkeğin yan yana yatması olası değil. Kamaralara, ben, Miran ve Hüseyin kaptan yerleştik. Ali kaptan salona yatak hazırladı. Ömer ve Harun ise teknenin güvertesindeki minderleri yatak yapacaktı.
Tekneler özel bir şekilde temizlenmiş, yatak çarşafları yeni serilmiş, mutfağında çataldan tabağa, tencereden tavaya ve bardağa her şeyi tertemiz yerleştirilmiş. Tehlike anında kullanılacak her türlü alet edevat da teknede var. Telsiz bağlantısı her zaman açık. Tekneyi, üç odalı, salonu ve mutfağı olan, tuvaleti ve banyosu bulunan yüzen bir apart otel gibi düşünün. Bize sadece, mutfağı yiyecek ve içecekle takviye etmek düşüyor.
Sabah kahvaltısı, geziyi organize eden şirket tarafından hazırlandı ve marinada açık büfe halinde sunuldu. Kahvaltıdan sonra, aldığımız yiyecek ve içecekleri buzdolabına itina ile yerleştirdik.
Ömer kaptan dümene geçip “vira” dedikten sonra, tonoz ipi çözüldü ağır yol limandan çıkarken usturmaçalar da içeri alındı. Şövalye adasının yanından geçip biraz daha açık denize çıkınca, rüzgar 5 nat’a yükseldi ve dolayısıyla Cenova yelkenini açabilecek hale geldik. Motoru kapatıp uzun süre Cenova yelkeni ile yol aldık. Ana yelkeni de açsak çok daha hızlı gidebilirdik ama yelken sıkışınca bundan vazgeçtik. (artık deniz terimlerini kullanmaya başladım)
Birazdan Göcek ve harika koyları göründü. Hürriyet’in eski sahipleri Simavi ailesine ait ünlü Domuz adasını iskelede bırakıp, ufak tefek yapılaşmanın başladığı koyları da geçip, “inşallah buraya da ev yazmazlar” dediğimiz bakir koylara doğru ilerledik. Demirlediğimiz ilk koyda biraz yüzüp yemek hazırlığına başlayacaktık ki, aldığımız zeytinyağının hemen hemen hepsinin lavabodan akıp yok olduğunu gördük. “Ne yapacağız şimdi denizin ortasında” diye kara kara düşünürken, gözümüz uzaktan gelen ve üzerinde “Market” yazan bir tekneye ilişti. El kol hareketleri ile çağırdığımız teknede yok yoktu. Zeytinyağının yanı sıra, biraz da meyve aldık. Market teknesinin üzerinde kocaman rakamlarla yazan telefon numarasını da bir yer kaydetmeyi ihmal etmedik.
Akşam yemeği Boynuzbükü koyunda #sailfleet tarafından verilecekti. Bizimle beraber yola çıkan aynı filonun tüm tekneleri orada buluşacaktık. Bu koydaki akşam yemeği ile sabah kahvaltısı da şirketin ikramı olacaktı. Ama koya yanaştığımızda gördük ki, şirketin CEO’sun Ahmet kaptan, yanında müzisyen de getirmiş. Koyda güzel bir akşam yemeğinden sonra vur patlasın çal oynasın faslı başladı. Eller havaya kalktı ve yaklaşık 15 teknelik filonun yolcuları çimlerin üzerinde kurtlarını döktü.
Sabah erken kalkanlar, ormanın derinliklerine doğru yürüyüş yaptı. Yürümeyenler, ağaç kovuğuna gizlenmiş su ısıtıcı ve kahve deposunu bulup, sabah sabah midesini ısıttı. Hava gece 15, gündüz 30 derece civarında olunca, gezinim keyfi de çıktı.
Kahvaltıdan sonra tekneler yine farklı koylara doğru yelken aştı. Bizim rotamız Tavşancık koyu oldu. Bir yandan yüzerken, diğer yandan öğlen yemeği hazırlıkları yapıldı. Bizim koya, aynı filonun bir diğer teknesi daha girdi. Miran kaptan iki tekneyi birbirine bordolattı. İki teknenin yolcuları kaynaşınca, sevgili Harun gitarının tellerine dokunup en güzel şarkıları söyledi. Miran kaptan da ona eşlik edince koydan güzel nameler yükseldi.
Hava kararırken Fethiye’ye doğru demir aldıjk. Fethiye’de Ece marinaya teknemizi yanaştırdıktan sonra, balık halinde güzel bir yemek yedik ve uyumak için yeniden marinaya bağlı teknemize geldik.
Sabah, CEO Ahmet kaptanın telefonu ile uyandık. “Hadi kalkın. Geliyorum” diyordu Ahmet kaptan. Bize dağdaki çiftlik evini ve bahçesini gezdirecekti. Pikap arabasına doluştuk. Bir saat sonra çiftlik evindeydik.
Ahmet kaptan, kendi yetiştirdiği domates, biber ve diğer malzemelerle güzel bir menemen yaptı ortaya. Sıcacık pide ekmeği ile doyumsuz bir lezzet aldık. Sonrasında, içinde tavuklar ve küçükbaş hayvanların da olduğu çiftliği gezdik.
Ardından, çiftliğin yakınındaki Saklıkent’e geldik. Kanyonun bir kolu olan saklı cennette suyun içinde keyifle yürüyüp, şelaleye ulaştık.
Harika bir manzaraydı. Zaman çabuk geçti, artık akşam oluyordu ve İstanbul ekibinin uçak saatleri yaklaşmıştı.
Fethiye’ye döndük. İstanbul ekibi havaalanına giderken, ben otobüs garajından Kaş ve Olimpos’a doğru bu kez karadan yelken açtım.